Kudüs’ün Ruhuna Yolculuk
Ey Kudüs ey peygamberler kokusu, ey yerin göklere en yakın avlusu. Nizar Kabbani
“Filistin bir sınav kâğıdı, her mümin kulun önünde. –Cahit Zarifoğlu
Büyük şairimiz Sezai Karakoç’un dizeleriyle; “Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir”, Mekke, Medine, İstanbul gibi İslam’ın başlıca merkezlerindendir. Kudüs, Davud Peygamber’in fethettiği, Süleyman Peygamber’in şekillendirdiği Hz. İsa’nın göğe, Hz. Muhammed’in Mirac’a yükseldiği yer olarak ulu peygamberler şehridir. Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifine göre “Sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ. Mescid-i Haram’da ibadetlerin yüz bin ile Mescid-i Nebevî’de bin ile Mescid-i Aksa’da ise beş yüz ile çarpıldığı yine hadis-i şerif ile sabittir.
Kudüs, kutsallığı yanında birçok medeniyetin izini barındırması açısından da son derece değerlidir. Kudüs’ün bilinen kadim ve manevî tarihi İsrailoğulları zamanında Hz. Davud’un, Talut’u yenerek Kudüs’ü ele geçirmesi ve oğlu Süleyman’la Mabet Tepesi’nde büyük bir mabedi inşaya girişmesiyle başlar. Mabedi Hz. Süleyman bitirir. Bu mabet, bugün, Kurân-ı Kerim’de geçtiği gibi Beytü’l-Makdis denilen alanda inşa edilir. Bugün Beytü’l-Makdis ya da Mescid-i Aksa denilen alan Kubbetü’s-Sahra ve Kıble Camii olarak bilinen Mescid-i Aksa’nın bulunduğu alandır. Geçmişte iki defa Kudüs yerle bir edilirken bu mabet de yıkılır.
Kudüs’ün Tarihi
İlk olarak M. Ö 586’da Babil Kralı Buhtunnasır (Nabukadnezzar) tarafından Süleyman Mabedi yıkılır. Binlerce Yahudi Babil’e sürülür. Bir süre sonra Yahudiler ülkelerine döner. Romalıların hâkimiyeti altında Kudüs’te yeniden bir mabet inşa edilir.
Hz. Meryem bu mabede adanır ve Hz. İsa’yı Kudüs’te dünyaya getirir. Romalılar döneminde meydana gelen çatışmalardan dolayı hem Kudüs hem mabet ikinci kez Romalı Titus tarafından yıkılır. Yahudiler, dünyanın dört bir yanına sürgüne gönderilir. Hadrian zamanında Kudüs, tamamen yeniden inşa edilir ve Konstantin döneminde resmi din olan Hristiyanlık ile Kudüs, Hristiyan bir şehre dönüştürülür, bu süreçte Mabet Tepesi ilgisizlikten dolayı harabeye dönüşür. Miraç olayından sonra, Hz. Ömer, Miraç olayının gerçekleştiği yerde ahşap bir mescid inşa eder. Emevîler Dönemi’nde Mabet Tepesi’nde Abdülmelik bin Mervan, Kubbetü’s-Sahra’yı, Velid bin Abdülmelik Mescid-i Aksa’yı inşa ettirir.
Ancak tarih boyunca bu iki yapı sürekli zarar görür ve yeniden onarılır. 11. yüzyılda Haçlılar Seferi ile Kudüs, yeniden işgal edilir ve Mabet Tepesi bir kere daha zarar görür. 1187’de Eyyubi Devleti kurucusu Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fetheder. Onun zamanında Mabet Tepesi İslami hüviyetine kavuşturulur. Mescid-i Aksa, Memlûkler zamanında îmar edilmeye devam eder. 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Savaşı ile Kudüs, Osmanlıların hâkimiyetine geçer. Îmar faaliyetlerine Osmanlı padişahları da birbirleriyle yarış edercesine devam eder.
Görüldüğü üzere Kudüs, birçok medeniyete kucak açmış, sayısız peygamber, padişah, halife, kral ve kavim ağırlamış bir şehirdir. En uzun hâkimiyeti ise Osmanlı Devleti sağlamıştır. Huzurun, sükûnetin ve üç semavi dine karşı eşit tutumun sadece bu dönemde gerçekleştiğini görüyoruz. Ne yazık ki Kudüs bugün özgür değil. İslam’ın birçok şehrinin bugün hâlâ bağımsızlığını ve güvenliğini elde edemediği görmek acı verici. Ortadoğu’da süren savaşlar en çok da İslam kimliğinin sembolik ve kutsal şehirlerini hedef alıyor.
Kudüs, tek başına Filistinlilerin meselesi değildir, bütün İslam âleminin meselesi ve geleceğidir. Kudüs, düşerse Mekke ve Medine düşer, İstanbul düşer. Dolayısıyla İslam âleminin gerçek mânâda bütüncül bir bağımsızlığı, Kudüs’ün bağımsızlığına bağlıdır. Ayrıca Kudüs, sadece Yahudilerin tehdit ettiği bir şehir değil, Hristiyanlık inancının da büyük kutsallarını barındırması açısından Hristiyan âlemini de yüzyıllardır heveslendiren bir dinî merkezdir.
Kudüs gibi gökle yerin birleştiği bir kutsal şehrin ruhu hayatımızdan bu kadar nasıl uzak kalabilirdi? Türkiye’nin Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıması ve Filistin’in yanında yer almasına rağmen neden hâlâ Türkiye’de büyük bir kesim, Kudüs’ün tarihini, sahne olduğu çatışmaları ve tüm semavi dinler için anlamını, bilhassa İslam’daki yerini hakikatiyle kavramaktan uzaktı.
Kudüs’ü anlamak Kudüs sokaklarında Kudüs’ün ruhunu hissetmekten geçiyorsa neden Mekke ve Medine kadar Kudüs’e yönelemiyorduk? Bu düşüncelerle en kısa sürede Kudüs’ü ziyaret etmeye karar verdim.
Kudüs Ziyaretinde İlk Gün
2017 yılında Kudüs’e gitmek üzere Tel Aviv Havaalanı’na indikten sonra buradaki aşırı sorgu ve kontrol işlemleri dikkatimizi çekti. Bazen yolcuların sabaha kadar sorgu odasında bekletildiğini, hatta geri gönderildiğini öğrenmek az da olsa endişelenmemize sebep oldu. Grubumuzdan iki arkadaşımızı isim benzerliğinden dolayı bir süre beklettiler. Sonra gerçek ortaya çıkınca arkadaşlarımız serbest bırakıldı. İsrail Devleti bunu bir caydırıcı yöntem olarak benimsemiş gibi görünüyor. Uzun süren sorgu işlemlerinden sonra bir saatlik yolculukla Mescid-i Aksa’ya on dakikalık mesafede olan otelimize giriş yaptık. Mescid-i Aksa ile ilk karşılaşmam, duaların ve ibadetin çok makbul olduğu teheccüd vakti idi
Rüya, tarih ve ibadet iç içeydi âdeta. Ümmet, Mescid-i Aksa’ya akıyordu. Her gece ayrı bir mahşeri yaşıyor gibiydik. Mescid-i Aksa’da tüm âlem ibadete ve zikre ortaklık ediyordu. Taş, ağaç, yer, gök, kubbe, secdeye değen alınlar, âmin diyen sesler, camii içinde uçuşan, cıvıldaşan kuşlar, birlik olmuş Allah huzurunda teslimiyetini sergiliyordu. Eski Şehir olarak bilinen Mescid-i Aksa’nın kapıları İsrail polisleri tarafından her gece 03.-03.30 gibi açılıyor ve girişte bazı ziyaretçilerin kimlikleri kontrol ediliyordu. İçeri girmek tarih sayfalarına girmek gibiydi.
Kudüs’ün taşlarla döşenmiş sokakları, yüzyılların ve farklı medeniyetlerin izlerini taşıyordu. Burası her şeyiyle son derece büyüleyici bir atmosfere sahipti. Âdeta başka bir zaman ve mekânın daha doğrusu zaman ve mekândan soyutlanmışlığın huzuru içindeydik. Sabah namazı dönüşü fırınların önlerinde simit ve çörek, yumurta ile bir arada, el arabalarında satılıyordu. Sanırım bu çörek, simit benzeri hamur türü, bizim simidimizin yerini tutuyordu. Mescid-i Aksa’nın etrafında ara sokaklarda küçük esnaflar vardı. Maalesef fırınların, halkın hali perişandı.
Mescid-i Aksa’da çeşitli gruplar vardı. Namaz öncesi sohbet ve ders halkaları dikkat çekiyordu. Mescid-i Aksa yaşayan bir camii idi. Her vakit kalabalık ve hareketliydi. Her yaştan insanın vücuda getirdiği birliğin, ibadet neşvesinin, iman gücünün ve dinamizmin merkezi idi.
Kudüs rehberimiz Muhammed adında orta yaşlı, Kudüs’e hâkim, bilgili, tecrübeli bir Filistinli idi. Bu nedenle Filistin ve Kudüs hakkında en güncel gerçekleri dinleme ve görme fırsatımız oldu. Dört günlük turumuzun ilk gününde Cehennem Vadisi’ndeki mezarları ziyaret ettik. Müslümanlara göre Sırat köprüsünün kurulacağı yerdi burası. Hz. İsa’nın Kudüs’e gelişi Nisan ayının ikinci haftası kutlandığı için Nisan ayında Kudüs çok yoğun oluyordu.
Hristiyan turistlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Biz ise Miraç Kandili için bu tarihi özellikle seçmiştik. Hz. İsa’nın ruhunun ref ettiği, son duasını ettiği kiliseyi ve son duayı üzerinde yapıp ağladığı kayayı, Hz. İsa’nın altında oturduğu 2000 yıllık zeytin ağaçlarını görme fırsatımız oldu. Bu ağaçlar Kilise tarafından koruma altına alınmıştı. Kudüs’te her taşın, her ağacın, her toprağın bir hatırası, kutsal bir değeri vardı.
Üç Semavî Din Kudüs’te
Üç dinden insanlar her dönem kutsallarına koşuyordu. Osmanlı Devleti’nde her inanç özgürce yaşanabiliyorken Kudüs, bugün Müslümanların elinden alınmaya çalışılıyor, çoğu zaman çeşitli bahanelerle Mescid-i Aksa ibadete kapatılıyordu. Dünyada Yahudilere zulmetmeyen ve onlara ibadetlerini etme fırsatı tanıyan Osmanlı Devleti’nin torunlarına, İsrail, tarihte hep kara satırlarla anılacak korkunç bir nankörlük ve zulüm örneği sergiliyordu.
Rehberimizle Hz. Meryem’in medfun olduğu kiliseyi ziyaret etmek istedik ancak âyinden dolayı içeri giremedik. Bu kilisenin, ilk kilise olduğunu öğreniyoruz. Burada Hz. Meryem’in mağarada doğum yaptığını gösteren bir tasvir de yer alıyor. Kilisenin hemen yanında Hz. İsa’nın Romalılar tarafından hapsedildiğine inanılan zindan bulunuyor. Rivayete göre Hz. İsa’nın ölümünü isteyen Yahudiler bu iş için Yahuda’ya 32 gümüş verirler. Hz. İsa, Siyon tepesinde havarileriyle birlikte olduğu son yemekte, ekmek benim etim, şerbet de kanım, ben kendimi insanlığa feda ediyorum, der.
Hz. İsa’nın on iki havarisinden Yahuda, Hz. İsa’yı öperek Romalılara gösterir, Romalı hâkim, Hz. İsa’yı suçsuz bulmasına rağmen Yahudiler, Hz. İsa’nın içeri atılmasını isterler. Çünkü Hz. İsa, yeni bir din getirdiğini iddia eder ve Süleyman Mabedi’nin bir ticari alışveriş merkezine dönüştürülmesine karşı çıkar. İslam’a göre çarmıha gerilen kişi ona benzetilen Yahuda’dır.
Hristiyanlar ise Hz. İsa’nın altı saat çarmıhta bekletildikten sonra ayaklarının kesildiğine inanırlar. Cuma günü gömülen Hz. İsa’nın mezarına gelenler arasında Maria Magdelena onu mezarında bulamaz. İnanışa göre göklerden beyaz elbisesiyle seslenen Hz. İsa, ben dirildim, der. Hz. İsa’nın Çile Yolu denilen basamaklardan on dört basamak sürüklenerek, yuvarlanarak götürüldüğü söylenir. Bugün Hristiyanlar için bu yol bir arınma yoludur. Hac görevini yerine getirmek isteyen Hristiyanlar, Hz. İsa’nın çilesini anlamak için bu yolu haç taşıyarak çıkarlar.
El-Halil Şehri
El-Halil şehrindeyiz. Bakımsız, fakir, ıssız sokaklarda dilenen ya da bir şeyleri zorla satmaya çalışan çocukların bu hali hepimizi derinden yaralıyor. Filistin gerçeğini bu sokaklarda gözlemlemek mümkün. Duvarlarda çatışma izleri dikkat çekiyor. Ümmet-i Muhammed’in esareti ve mazlumiyeti iç acıtıcı cinstendi. Halleri perişandı. Bu sokaklarda kaç masum Müslüman katledilmiş, kaç annenin feryatları duvarları delerek gelip yüreğimize oturmuş, kaç baba evladını koruyamamanın acısıyla kendi canına lanet etmişti.
Sokağa çıkmak yasak, her yer sessiz, sadece İbrahim Camii’ne girişleri kontrol eden İsrail askerleri ve dilenen, turistlerin peşine takılan çocuklar dikkat çekiyor. Filistinliler, milletin geleceği olan çocuklarının dilenmesinden büyük bir rahatsızlık duyuyor. Rehberimiz Filistinli gençlerin çalışkan olduklarını, ancak iş imkanlarının ellerinden alındığını, bu şekilde Filistin ekonomisinin zayıflatılmaya çalışıldığını ifade ediyor.
Filistinliler bugün yardımlarla geçinecek durumdalar. Bu gençler, birer sanat, ilim, ticaret erbabı olacakları yerde vahşetin, işgalin, sahipsiz bırakılmanın, unutulmanın acısı altında tükeniyorlardı. Zaten İsrail askerleri her fırsatta çeşitli suçlamalarla onları tutuklayarak uzun sorgulara alarak gelecekteki bir isyana karşı gözdağı veriyorlardı.
Filistinli gençleri katleden, iftiralarla damgalayan İsrail, kendi gençlerine ise en iyi eğitimi veriyor, işgal ettiği topraklara her ayrıntısı dikkatlice planlanmış bir sistemle dünyanın dört bir yanından getirdikleri Yahudileri yerleştiriyorlardı. İsrail’in yani Yahudilerin Müslümanlara her türlü haksızlığı ve zulmü reva görmesinin sebebi üstün ırk inancı ve Filistin’in kendilerine vaat edilmiş topraklar olduğuna dâir inançları idi. Oysa Kudüs, Yahudilerden daha çok Müslümanların hatıralarını barındırdığı gibi, asırlarca Müslümanların barışçıl ve âdil hakimiyeti altında kalmıştı.
Hz. İbrahim Makamı
Kudüs’te bulunduğumuz dönemde İsrail yönetimi, kendi ibadet ve tatil günü olan Cumartesi gününde “gürültü” duymak istemediği gerekçesiyle El-Halil’de ezanı yasaklamıştı. El-Halil İbrahim Camii’nde, Hz. İbrahim, Hz. Sare, Hz. Yahya, Hz. Yakup, Hz. İshak, Hz. Refika ve Hz. Yusuf’un mezarları bulunmaktadır, ancak bu mezarlar camiin aşağısında bulunan mağaraya kapatıldığı için onları ziyaret etme imkânımız olmadı. Hz. İbrahim’in makamı ise yukarı katta yer aldığı için ziyaret edilebiliyor. Hz. İshak ve Hz. Refika’nın da camii içinde mezar türbeleri yer alıyor.
İbrahim Camii’nde 1994’te kıyım yaparak 29 kişiyi öldüren Yahudi’den sonra camii İsrail yönetimi tarafından altı ay kapalı tutulur, sonrasında Hz. İbrahim bahane edilerek camii ikiye bölünür ve yarısı sinagoga çevrilir. İbrahim Camii’nin yanında Osmanlı Devleti zamanından kalma Aşevi bulunuyor. Ziyaretçiler buraya yardımlarda bulunmaya gayret ediyorlardı.
Kudüs Merkez mi?
Rehberimiz, Kudüs’ün dünyanın denge merkezi olduğunu söylüyor. Bu iddia, aklıma bir makalede okuduğum şu ifadeleri getirdi: “İnsanın hikâyesini anlamak için Kudüs’ün hikâyesine bakmak yeterlidir. Kudüs âdeta yatay ve dikey bir ayna gibidir. Temerküz etmiş tüm insan hallerini iddiaya dönüştürüp kendinden konsantre etme becerisi göstermektedir. Esasen Kudüs’e dâir ortaya çıkmış tüm tartışmalar, dünyanın tarihsel ve güncel küllî yoğunluğundan bağımsız değildir.” Kudüs, belki de bu yönüyle tüm insanlığın kaderini belirleyen bir merkezdir.
Kudüs 1948’ten beri Filistin ve İsrail arasında paylaşılamayan bir başkent konumundadır. İsrail’in Kudüs’ü başkent yapma isteğini Filistin ve BM kabul etmiyor, BM’nin 1948’de sunduğu iki ayrı devlet teklifini de bugün İsrail kabul etmiyor. İsrail 1948’te Filistin’den sürülen ve nüfusu beş milyona ulaşan Filistinlilerin dönmesine de izin vermiyor. Ayrıca rehberimize göre Batı Şeria’daki 350 bin Yahudi’nin yerleşim planının iptali de gerçekleşmediği için Kudüs’te, bu şartlar altında barışın gerçekleşmesi çok zor görünüyor.
Kudüs’te barış, Müslümanların huzuru için hayati bir öneme sahip, bu yüzden bölgede gerginlik hep had safhada tutulmaya çalışılıyor. Böylece İsrail yönetimi haksızca Filistinlilerin ellerinden topraklarını almaya devam ediyor. Söz konusu Filistin olunca, İsrail, hiçbir hak hukuk tanımıyor, tapuları dikkate almıyor. Birçok arazi, askerî alan olduğu gerekçesiyle Filistinlilerin elinden alınıp Yahudi yerleşim bölgelerine dönüştürülüyor.
Kudüs, 1948’te Doğu ve Batı Kudüs olmak üzere ikiye ayrılır. 1967’de İsrail, tüm Kudüs’ü işgal eder. 1994’te barışın gerçekleşmesi ve Batı Şeria’nın Filistin’e verilmesi istenirken, Ariel Şaron Filistin’in bağımsızlığına Oslo antlaşması ile engel olur.
Kudüs hakkında bilgi sahibi oldukça, Kudüs’ü kaybetmemek için canını, malını, sahip olduğu her şeyi ortaya koyan Filistinli kardeşlerimizin yüz yıldır devam eden dramını ve Kudüs davasını unutmanın, kardeşini cephede düşmana karşı yapayalnız bırakmakla eş olduğunu düşünüyorum. Biz ülkemizde kendi sıkıntılarımızın ve isteklerimizin peşinde ömür tüketirken bir Filistinli annenin, evladının geleceğinden yüz yıldır emin olamadığını düşünmeyi unutuyoruz.
Kardeşimizin derdi için çareler aramayı başkalarının vazifesi imiş gibi görmezden geliyoruz. İşte asıl trajedi bu. Filistinliler kendi ülkelerinde birçok tehlikenin kucağında, bütün hakları ellerinden alınmış bir şekilde işgale direnmeye ve bu uğurda ölmeye devam ediyorlar. Bu ülkede insanlar sokağa çıkan evladının, eşinin, yakınının bir İsrail askerinin kurşununa kurban gitmesinden, namus ve onurlarına el uzatılması tehlikesinden her an kaygılı. Her an Filistin halkının oturduğu ev, tarladaki ürünü, çarşıdaki dükkânı ve sevdikleri elinden alınabiliyor.
Şu an Filistin’de yarın ve gelecek kavramı yok. Sebebi sadece İsrail ya da Yahudilik değil. Sebebi milyarlarca Müslümanın önce binlere, şimdi milyonlara yenilmesi idi. 1. Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi özellikle bazı yöneticiler tarafından paranın ve makamın tercih edilmesi idi. 15 Mayıs 1948’de İngilizlerin çekilmesinden bir gün önce İsrail bağımsızlığını ilân eder ve iki taraf arasındaki savaş şiddetlenir.
Araplar hiçbir zaman Filistin’de iki ayrı devletin kurulmasını kabul etmezler ve Yahudilere saldırılar düzenleyerek savaşı başlatırlar. 1948’teki Arap-Yahudi savaşlarında Araplar arasındaki anlaşmazlıklar, bölünmeler Arapları zayıflatır. Bu yetmezmiş gibi Ürdün Kralı Abdullah, BM’nin Filistin’de iki ayrı devlet kurulacağı kararını onaylayacağını söyleyerek Filistin Devletine bırakılacak toprakların Ürdün’e verilmesi şartını öne sürer. Ancak Arap birliği yine de bu anlaşmadan habersiz Ürdün Kralı Abdullah’a güvenmeye devam eder.
O dönemde Arapların sayısı, Yahudi askerlerine üstün olmasına rağmen Arapların askeri teçhizatları çok zayıftır. Üstelik bazı Araplar, İsrail Devleti’ni tanımayı ve Yahudilerle anlaşmayı seçer. Rehberimiz, Lut Gölü etrafında bulunan savunma hattındaki binaları işaret ederek 1948’deki savaşta hiçbirinde tek bir kurşun izinin yer almadığını söylemişti. Yani Filistin’i Ürdün’ü çatışmadan veririz.
1917’de ve 1948’de Ortadoğu’nun önemli şehirleri elimizden böyle çıkar. 1988’de Yaser Arafat, Kudüs’ü başkent olarak ilan eder. Filistin’in mecliste 12 sandalyesi vardır, ancak İsrail Mecliste etkisiz konumda olması için tüm imkanlarını kullanmaktadır.
Mescid-i Aksa’da sesini İsrail’e karşı korkusuzca yükselten ve ön saflarda olmaktan çekinmeyen kadınların varlığı bizi dirilişe çağırıyordu âdeta. Filistinliler, ziyaretimiz sırasında bizlere Filistin’i ve Kudüs’ü yalnız bırakmamamız için ricalarda bulunuyorlardı. İsrail, bütün Müslümanların yeniden birlik olabileceğini görmeli, diyorlardı. Bu, bir nevi Müslümanların yeniden varoluşu idi. İşte direnişe buradan başlayabiliriz. Her birimiz her fırsatta Kudüs’e gidebilir, kardeşlerimize ve dinimizin kutsal merkezine bedenlerimizden bir duvar örebilir, umudu ve güveni arttırabiliriz diye düşünüyorum.
İtalyan şair Dante, İlahi Komedya adlı eserinde Kudüs’ün dünyanın merkezi olduğunu söyler. Batılıların bu konuya nasıl baktığını rehberimize sordum. Söylediğine göre Kubbetü’s-Sahra, bilim adamlarınca dünyanın merkezi olarak kabul ediliyormuş. Ölçümlerini oradan yapmaya devam ediyorlarmış. Bazı kaynaklarda Kutsal Kaya’nın dünyanın yaratılmaya başlandığı yer olarak kabul edilmesinden dolayı dünyanın merkezi sayıldığı ifade ediliyor. Müslümanlara göre ise dünyanın merkezi Mekke’de bulunan Kâbe’dir.
Bethlehem’de diğer bir adıyla Beytüllahim’de Hz. Ömer Camii’de namaz kıldık. Hz. Meryem, gebeliğinin ilerleyen zamanlarında Bethlehem’e gelerek bir mağarada doğum yapar. İşte burası bugün Beşik Kilisesi’dir ve ikinci kilisedir. O nedenle Hristiyanlar için büyük manevî değere sahiptir. Akşam ve yatsı namazlarını perşembe akşamları açılan Kubbetü’s-Sahra’da kıldık.
Peygamberimizin Miraç’a yükseldiği Kutsal Kaya’nın üzerinde inşa edilen altın kubbeli bu yapı âdeta Kudüs’ün imgesi haline gelmiştir. Peygamberimiz Kutsal Kaya üzerinde 124 bin peygambere namaz kıldırmıştır. Bugün orada Eyyubilerin belirlediği yerde Nebi Mihrabı, Miraç’a yükseldiği noktada ise Kubbetü’l-Miraç inşa edilmiştir. Kayanın altındaki mağarada ise Peygamberimiz dört büyük peygambere namaz kıldırmıştır.
Kudüs’te İkinci Gün
İkinci gün Cuma idi. Filistinli Müslümanlar her Cuma mutlaka dört bir yandan Mescid-i Aksa’ya geliyorlardı. Bu toplanış Kudüs’e olan inancın ve bağlılığın göstergesiydi. Cuma namazından sonra Eski Şehir denilen Doğu Kudüs’ü gezme fırsatımız oldu. 50 bin nüfuslu Mescid-i Aksa’da 35 bin Müslüman vardır. Mescid-i Aksa’da Ermeni, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman olmak üzere dört mahalle vardır. Şu an yedi kapısından sadece dördü aktiftir.
Peygamber Efendimizin isteğine göre Mescid-i Aksa’da yapılmış ilk mescit, Peygamberimizin atını bağladığı yer olan Burak Mescidi, sonra Hz. Ömer Mescidi’dir. Peygamberimiz, 620’de gerçekleşen Miraç mucizesi sırasında önce Mekke’den Kudüs’e gelir, sonra Kutsal Kaya üzerinden göğe yükselir. Döndüğünde Kudüs’ü ayrıntılarıyla Hz. Ömer’e anlatan Peygamberimiz, Romalılardan kalma sütunları vurgulayarak Mescid-i Aksa’yı tarif eder. Hz. Ömer bu bilgiler doğrultusunda söz konusu yerde ahşap bir mescit inşa ettirir.
Burak Mescidi ise Peygamberimizin Kudüs’e girdiği kapının olduğu taraftadır. Emevi hükümdarı Velid bin Abdülmelik, alttaki camii ve etrafındaki vadiyi doldurarak temel yaparak Mescid-i Aksa Camii’ni inşa eder. Camiin altında Mervan Mescidi olarak adlandırılan alan, Haçlılar zamanında çöplüğe dönüştürülmesine rağmen 20. Yüzyılda Müslümanlar tarafından temizlenerek İsrail’in mescidi ele geçirmesi engellenmiştir. Hz. Meryem’in kaldığı mescit de Mervan Mescidi’nde bulunduğundan bu mekân Hristiyanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bir zamanlar Romalılar tarafından ahır olarak kullanılan bu mescit bugün koruma altına alınmıştır.
Kudüs’ü Ziyaret Etmek Peygamberimizin İsteğidir
Peygamberimiz, Kudüs’ü mutlaka ziyaret etmek gerektiğini, aksi halde zeytinyağı gönderilmesini buyurduğu için hazırlanan Zeytinyağı kuyusu da buradadır. Bugün Burak Mescidi’nin arkasında Ağlama Duvarı vardır Romalılardan kalma üç metrelik istinat duvarına karşı ağlayan Yahudilere ibadetlerini özgürce yapabilmeleri için geçmişte Osmanlı Devleti izin verir. Yahudiler, bu duvarın Süleyman Mabedi’nden kaldığına inanırlar ve Süleyman Mabedi’nin başta anlatıldığı gibi iki kez yıkılışına ağlarlar.
Mescid-i Aksa ve Süleyman Mabedi
Kudüs, 1917’de Osmanlı Devleti elinden çıkınca, duvar yükselir. Ağlama duvarında kadın erkek ayırımı vardır ve dindarlar da tesettürlüdür. Yahudiler’in isteği Mescid-i Aksa’da yeniden Süleyman Mabedi’ni inşa etmektir. Bu nedenle uzun zamandır tarihi eser bahanesiyle Mescid-i Aksa’nın altını kazdıkları biliniyor. Ancak umdukları gibi Süleyman Mabedi’nden iz bulmak yerine Romalılar dönemine ait eserlerle karşılaşırlar. Filistin halkı bu kazı işleminden son derece tedirginler. Yahudiler, Mervan Mescidi’nin kendilerine bırakılmasını, Mescid-i Aksa’nın üstünün de Filistinlilere verilmesini teklif ederler, ancak bu istekleri Filistinliler tarafından reddedilir.
Dikkatlice düşünüldüğünde Yahudilerin bu isteklerinin art niyet taşıdığı görülür. Çünkü Mescid-i Aksa’nın altı kazılınca temeli zayıflayacağı için üstünün de yıkılacağını göz önünde bulundurarak Beytü’l-Makdis’in kendilerine kalacağına inanırlar.
Kıyame (Kamame) Kilisesi, Hz. İsa’nın beş aşamalı hayatının son gününü geçirdiği yer olarak Hristiyanlık ’ta büyük öneme sahiptir. Kıyame Kilisesinin anahtarı Hz. Ömer’e teslim edildiğinden beri hâlâ Müslümanlardadır. Burası Hz. İsa zannedilen Yahuda’nın çarmıha gerildiği yer olan Golgotha Tepesi üzerinde kurulmuştur. Çarmıhtan indirilip üzerinde yıkandığı iddia edilen tahta parçası bu kilisededir.
Hristiyan inancına göre Hz. İsa, Kilisenin arkasındaki boş bir mezara gömülür, ancak ertesi gün mezarın boş olduğu görülür. Yine Hristiyanlar, Hz. İsa’nın burada dirileceğine inanırlar. Kudüs’teki Hristiyanların, Hz. İsa’yı çarmıha geren Yahudileri hiç sevmediğini öğreniyoruz.
Bugün bütün Filistin, kara ve deniz olarak, İsrail’in elindedir. Batı Şeria ile Ürdün yan yana olmasına rağmen arada İsrail askeri bulunmaktadır. Ürdün nehrine Şeria, batısına Batı Şeria denir. Hz. Yahya, Hz. Musa’yı burada vaftiz etmiştir. 1995 yılında Yaser Arafat ve İzak Rabin arasında yapılan İkinci Oslo görüşmesinin ardından Batı Şeria A, B ve C bölgeleri olarak üçe ayrılır:
A bölgesi tamamen Filistin Otoritesi’ne, B bölgesi Filistin Otoritesi ve İsrail’in ortak yönetimine ve C bölgesi de tamamen İsrail kontrolüne verilir. Filistin nüfusunun yüzde 98’i A ve B bölgelerinde yaşıyor. Batı Şeria, bugün tecrit duvarı ile çevrelenmiş büyük bir açık hava cezaevi gibidir. Şehrin kapıları her vakit açık tutulmaz. Dışarı çıkmak ise kolay değildir, uzun ve yorucu izin işlemleri, akrabalarını ya da hastalarını ziyaret etmek isteyen Filistinliler için büyük sıkıntı yaratmaktadır.
Batı Şeria’nın iki tarafı arasında kalan caddeden Filistinlilerin geçmesi yasak iken İsrail’in bu caddeyi kullanması serbesttir. Batı Şeria ile İsrail arasında bulunan tüneller, sınır sayılıyor. İsrail, istediği vakit tüneli bir araba ile kapatabiliyor. Sınırı ayıran büyük duvarlar hapishane imgesini çağrıştırmakta. Batı Şeria’dan İsrail’e ya da Kudüs’e geçişler kontrollü olarak gerçekleşmekte. Sol taraf, yani Doğu Kudüs Filistinlilerin elinde, ancak C bölgesi ilan edildiği için Filistinlilerin kendi arazilerine girmelerine hatta ürünlerini almalarına izin verilmiyor.
A bölgesi Filistinlilerin elindedir. Yahudiler bu bölgeye giremez, bölgenin güvenlik ve yönetimi Filistinlilerin elindedir. Ancak İsrail istediği zaman A bölgesini de işgal edebilir. Ne de olsa bütün bölge İsrail’in elinde olduğundan hiçbir hukuku tanımayacaktır. Bölgede istediği kişiyi tutuklayabilir. Ürdün’le Filistin arasında dünyanın dibi olarak kabul edilen Eriha şehri var. Tünellerden geçerek Eriha’ya gidiyoruz. Ay şehri anlamına gelen Eriha’nın toprakları çok verimlidir. En güzel muz ve mandalina burada yetişmesine rağmen tarım ürünlerinden de İsrail yararlanmaktadır.
Filistin’de yirmi sekiz mülteci kampı var. Kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşen Filistinlilerin bu büyük sorununa hâlâ bir çözüm bulunamaması utanç verici bir durum… 1948’de topraklarından sürülen Filistinlilerden Lübnan, Suriye ve Ürdün’e iltica eden ve hâlâ mülteci kamplarında yaşayanlar da var. Mültecilerin ihtiyaçları BM tarafından karşılanmaktadır. Mülteci Filistinliler, bir gün yeniden ülkelerine döneceklerine inandıkları için anahtar simgesini kullanırlar.
Başkent Kudüs
İsrail, 1980’de Kudüs’ü başkent olarak kabul eder, ama hiçbir devlet tanımaz. Şimdi Tel Aviv başkentidir. Yeni bir şehir olan Tel Aviv, bahar bahçesi anlamına gelmektedir. Yahudiler, Seferad, Doğulu ve Eşkenaz (Aşkenaz) Yahudileri olmak üzere üçe ayrılır.
İsrail’in %80’i Eşkenaz Yahudisi, yani Avrupalı Yahudilerdir. Yahudiler arasında uzun zamandır ayrı bölgelerde yaşamanın getirdiği büyük bir ayrılık olduğu söylenir. 1799’da Napolyon Mısır’a giderek Yahudileri Kudüs’e davet eder, böylece Siyonizm’e davet eden ilk kişi olarak tarihe geçer. Siyon, kale demektir. Siyonizm, “bir gün Hz. Davud’un şehrine döneceğiz” anlamına gelir.
Tevrat’a göre Hz. Musa’nın kabri Ürdün’de bulunmaktadır. Mezarının kızıl tepelerde Kudüs’e bir alev kadar yakın olduğu söylenir. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi, rüyasında Hz. Musa’nın yerini görerek makamını yaptırır. Eski dönemlerde Müslümanlar, Nisan ayında bir yürüyüş ile buraya gelerek Hz. İsa’nın ayağa kalkışını kutlayan Hristiyanlara karşı bir gövde gösterisi anlamına gelecek şenlikler düzenlerlermiş.
Osmanlı döneminde bu gelenek yeniden canlanır, ancak İngiliz işgaliyle yasaklanır. Son zamanlarda dünyanın birçok bölgesinden gelen Müslümanların ziyaretleriyle bu geleneğin yeniden dirildiği görülmektedir.
Selahaddin Eyyubi, Kudüs topraklarında ashabın ya da diğer İslam büyüklerinin makamlarını yaptırarak Müslümanların Kudüs’e sahip çıkmalarına vesile olmak ister. Falih Rıfkı Atay’ın eserine de adını veren Zeytindağı, Kudüs’ün en yüksek tepesidir. Yahudiler, dirilişin burada gerçekleşeceğine ve Cennet’e gideceklerine inandıkları için Zeytindağı’ndan mezar almaya rağbet ediyorlar.
Müslümanlara göre Hz. İsa’nın göğe yükselişi de Zeytindağı’nda bir kayanın üstünde gerçekleşir. Müslümanlar bu alana ayak izinin olduğu yeri çevreleyen bir yapı ve mescit inşa ederler. Zeytindağı’nda Hz. Rabia’nın ve Selman-ı Farisi’nin de makamları bulunmaktadır.
Mısır’a sınırı olan Gazze, dünyanın gözü önünde uzun zamandır korkunç bir kuşatma ve abluka altında bulunmaktadır. Zaman zaman Gazze’ye hava saldırıları düzenleyen İsrail, tünellerden silah geçirildiği iddiasıyla Mısır’dan bu tünelleri su ile doldurmasını ister. Karayolları imkânı kapanan Gazze, bugün maalesef kendi kaderine bırakılmış durumdadır.
Kudüs’te Tarım
Filistin topraklarında üzüm, zeytin ve tarım başlıca tarım ürünü olarak yetiştiriliyor. İsrail Devleti’nin temeli tarımsal kooperatifle kurulmuştur. Bir arazi alıp dışarıya bağımlı olmadan ekip biçtikleri için uzun süre kendilerine yetebiliyorlar. Silah, bilgisayar, greyfurt, mandalina, limon, çeri domates İsrail güçlü ekonomisinin en önemli üretim alanlarıdır.
Dört gün süren Kudüs gezimiz sonunda şahit olduğumuz işgal inanılmazdı. Filistin halkının yaşadığı mahallelerin giderek daralmasına karşılık İsrail’in yeni yerleşimcilere geniş ve ferah alanlar yarattığını öğrenmek Kudüs’e sahip çıkmak konusunda bizi daha çok motive etmişti. Bu geziden sonra her fırsatta Kudüs’ü çevreme anlatmak benim için âdeta dinî bir yükümlülük haline geldi. Kudüs, kurtarılacaksa önce zihinler aydınlatılmalı ve fıtratımızda var olan Kudüs sevgisi yeniden hatırlanmalıydı.
Ayrıca Kudüs’ün göklerle çok yakın bir ilişkisi vardı. Miraç olayının burada gerçekleşmesi tevhid dini İslam adına büyük ve sırlı anlamlar taşımaktaydı. Kesretten vahdete erişmek, Allah’ı ve Hz. Peygamber’i idrak etmek, kutsal şehirlerin manevi atmosferinde mümkündü. Bu cazibe herkesi kendinde haşre davet ediyordu. Dünyada varlığımızı anlamlandırmak için din kardeşlerimizle kutsal şehirlerde bütünleşmeye ihtiyacımız var. Böylece birliğimizden doğan güç ve güven ile birlikte İslam’ın son kalelerini korumak için yapıcı ve koruyucu stratejiler geliştirebiliriz.
Yazan: Sema NOYAN
Ali Öztürk, Kudüs Şehrinin Metafiziği ve İmgesel Filozofisine Külli Bir Yaklaşım, Uluslararası Filistin Meselesi ve Türkiye Kongresi, Özet Kitabı, 20-22 Ekim 2017, Konya, s.8.