Bu sayfada Mustafa Kutlu Kitap İncelemeleri, Mustafa Kutlu Kitap Özetleri, Mustafa Kutlu Kitap Yorumları, Fırtınayı Kucaklamak Kitap İncelemesi, Fırtınayı Kucaklamak Özet konuları yer almaktadır.
Fırtınayı Ancak Kalbi Olanlar Kucaklayabilir İnceleme
Mustafa Kutlu, Şubat 2019’da “Fırtınayı Kucaklamak” adlı deneme kitabını yayınlar. Kutlu, ithaf kısmında kitabının adını şair dostu Nihat Hayri Azamat’ın ilk şiir kitabının “Fırtınayı Kucaklamak” adından aldığını ifade eder. Kitapta çeşitli başlıklar altında mültecilere, savaşlara, hayvan ve doğa sevgisine, yalnızlığa, aşka, insan ilişkilerine, köyden kente göçe, tarım toplumuna dair birçok konu ele alınmıştır. Ayrıca kitapta konularla bağlantılı fotoğraflara da yer verilmiştir. Mustafa Kutlu’nun, deneme, hikâye ve köşe yazılarında aynı duyarlığın, Müslüman bir kimliğin insana ve topluma bakışının yansımalarını görmek mümkündür. Kutlu, kendi hayatında asgari düzeyde yararlandığı teknolojinin toplum hayatına getirdiği olumsuz etkileri eleştirel bir tavırla ele alır. Modernleşme; aileyi, cemaati, kültürel ve mânevî değerleri dışlamış, bireyi yücelterek yalnızlığı yaygınlaştırmış, nefsi güçlendirmiştir. Böylece insanlar, çevrelerinde şahit oldukları kötülüklere, şiddete, kimsesiz ve ihtiyaç sahibi insanlara duyarsız kalarak; buhran ve bunalımlarını daha çok tüketerek; para, şöhret, teknoloji ve hazzın kölesi olarak mutluluk arayışına çıkmışlardır.
Günümüzün büyük meselelerinden biri de Suriye Savaşı başta olmak üzere savaştan ve ülkelerindeki kötü koşullarından dolayı mülteci durumuna düşen Müslümanların karşı karşıya kaldıkları vatansızlığa, bombalara, silahlara, sefalete, çaresizliğe, ölüme karşı diğer insanların takındığı umarsız tavırlardır. Ne yazık ki mülteciler çoğu ülke insanları tarafından ötekileştirilmekte, ihtiyaçları görmezden gelinmekte, ölüme terk edilmektedir. Kitabın girişindeki “Sormaya Geldik”, “Bayram Hediyesi”, “Lunapark”, “Yol”, “Biz Çocuk muyuz?”, “Ses”, “Bulut”, “Beyaz”, “Kan” adlı denemeler, söz konusu içerikleriyle okurların kalbini, vicdanını sızlatmakta, unutanlara insanlıklarını hatırlatmaktadır.
Mustafa Kutlu, kanaatin, duanın, rızâ ve teslimiyetin önemine de vurgu yapar. Dünya üzerinde maddiyatın hâkim olması, küresel güçlerin kültür ve sanatın içeriğini ve amacını değiştirme gücünü elinde tutması, şeddadi binaların, apartmanların mahalleyi ortadan kaldırması, komşuluk, sevgi, dayanışma ve yardımlaşmanın da mahalleyle birlikte bitmesi gibi konularda ironik ve eleştirel bir tutum benimser.
“Ahlâk Ağacı” adlı denemesinde “ahlâk ağacı” adını verdiği “kökü iman, gövdesi amel, dalları ve yaprakları ilim, meyvesi ahlâk olan bir ağaç” hayal eder. “Toprak, su, hava ve güneş; Kurân-ı Kerim’in nuru, Hz. Peygamber’in sünneti olarak bu ağaca can veriyor. Bu ağacın tohumu (Çekirdeği) ezelden kalbimize dikilmiştir.”(41) Kutlu, okurlarından içlerindeki bu ağacı hatırlamalarını ve beslemelerini ister. Çünkü bu ağacın meyveleri olan, “fazilet, hidayet, hizmet, merhamet ve hürmet” insanı ve toplumu mânevî olarak güçlendirecek, insanın yaratılış amacına hizmet etmesine vesile olacaktır.
“Yara” adlı denemede, ölmeden evvel ölmeye, yaraları sarmaya, düşmüşlere, kimsesizlere, açlara, yaralılara yardım etmenin yüceliğine değinir ve yaralılara yardım etmeyi ancak kalbi olanların gerçekleştirebileceğini ifade eder. Kutlu, okurlarına şöyle seslenir: “Kalp denilen şey göğüs boşluğundaki et parçası değildir. O Hakk’ın tecellîgâhı, adaletin membaıdır. O yaralı ruhtan ve gönül yarasından haberdar olandır. O Lisan-ı hafî’den anlayan, o sessizlikten ses duyandır. Fırtınayı ancak kalbi olanlar kucaklayabilir. Affın adaletten üstün olduğunu ancak kalbi olanlar bilir.”(48)
Kutlu, modern çağda yalnızlığın daha fazla tercih edilmesini, geleneğin dışlanmasına, aile bağlarının zayıflamasına ve özgürlüğün yalnızlık anlamında yüceltilmesine bağlar. Ayrıca “ailenin ve ferdin sığınağı” olan mahallenin, yerini şeddadî apartmanlara kaptırmasının da yalnızlığın artmasında etkisi büyüktür. Kutlu’nun yalnızlık için bir de teklifi vardır: “Oysa biz yalnızlığın karşısına dayanışmayı, sevgi ve saygıyı, bağlılığı, feragati, şefkati, aşkı ve merhameti koymalıyız.” (58)
“Kalbin Sesi” adlı denemede, eşya ile ünsiyetimizi kaybetmemize hayıflanmakta, her yeni şeyin insanı daha çok tüketme arzusuna yönelttiğini, dolayısıyla, eşyanın, hatıraların değersizleştiğini, tatminsizliğin, boşluğun arttığını ifade etmektedir. Kutlu, kalbin, hayatın incelikleriyle olan bağını şu sözlerle özetler: “Saatimiz çalışıyor ama kalbimiz durmuş. Çalışmıyor. Kalbin sesini duyamıyoruz.” (63)
“Af Adaletten Üstündür” diyen Kutlu, dinimizde affın önemini Kur’ân’dan âyetlerle açıkladıktan sonra okurlarına şu mesajı iletir: “Affın asıl sahibi Allah’tır. İnsan da Allah sevgisi ile affediyor ve ancak Allah sevgisine sahip olanlar affetmesini biliyor. İntikam duygusu ile af asla bağdaşmıyor. Allahsız insan affedemiyor.” (67)
İnsanı hakikatiyle tanımanın önemi ve sevgiyle bağlantısı üzerinde duran Kutlu, “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” hadisiyle konunun önemini vurgular.
İnsanları “öteki” olarak ayırmanın yanlışlığını ve İslam’a aykırılığını ifade eden yazar, benlik ve nefis ilişkisi üzerinde durur. Ötekileştirme ancak kibri arttırarak benliği yani enaniyeti güçlendirir. İnsana düşen ise “ölmeden evvel ölmek”, yani benliğin varlığına fırsat vermemektir.
Kutlu, denemelerinde mekânın insanla olan bağına, aidiyet duygusuna da yer verir. Ancak günümüzde göçle beraber, insanlar, hüviyetini, mekâna aidiyetlerini, dolayısıyla kimliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Turizmin doğal mekânları, doğanın güzelliğini rant ve para uğruna tüketmesini eleştirir: “Bu memlekette el değmemiş bir köşe kalmayacak mı? Turizm uğruna bu bakir köşeler yağmalanacak mı?” (124)
“Şehir, Kültür ve Sanat” ilişkisine değindiği denemesinde, değişen şehir ve kuşaklarla beraber sanat ve kültürün de bu değişimden olumsuz yönde etkileneceğini, bu yüzden çözüm arayışında olmak gerektiğini hatırlatır. “Sanat ve kültür bir inanç sistemi, bir dünya görüşü, bir hayat tarzı, bir üretim biçimi, bir atmosfer, bir iklim, nihayetinde bütün bunları idare eden bir ritim üzerinde vücut bulur. Mevcut şehir yapımız ve günlük hayatımız buna elvermiyor. Hele elektronik, hele dijital hiç.” (140).
Kutlu’ya göre sanat, “kâinatın âhengine katılmaktır.” Sanatçı, nefsine esir olmadan eseri ile dine ve duaya ulaşan, kendini gerçekleştirebilendir. Sanatçı, kendindeki yeteneğin Allah’tan geldiğini bilerek kendisi için bunu bir fırsata dönüştürmelidir. “Kâinatın âhenginde gizlenen hikmeti keşfedenler Yusuf’un kuyusundan çıkıp, Mısır’a sultan olanlardır. Sultanlık “dünyevî” kaldıkça ferde faydası olmaz. Sanat hakîkate giden yolda bizi karlı dağlardan aşırabilecek, kızgın çöllerden geçirebilecek bir binek olabilir. O kadar. Ancak bu mühim vasıta, vasıflı bir anahtardır. Felsefeyi bitirip sanat kapısını açanlar, kâinatın âhengi ile kanatlanır ve hakikate doğru uçarlar.”(143) Dolayısıyla, sanat, hakîkate ulaşma yolunda bir araçtır ve kâinattaki ritim duygusunu sanatın bütün alanlarında (mimaride, musikide, şiirde) yakalayabilmektir.