Bu yazı Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar” isimli kitabı hakkında değerlendirme ve inceleme yazısıdır.
Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar Romanı Hakkında Bir Değerlendirme
Cengiz Dağcı’nın 1956 tarihli romanı “Korkunç Yıllar”, yazar Cengiz’in Roma’da tanıştığı Sadık’ın hatıralarından oluşur. Roman Cengiz Dağcı’nın hayatına dair otobiyografik nitelikler taşır. Sadık, Kırım’ın Akmescit’e bağlı Kızıltaş köyünde doğmuştur. 150 yıldır Kırımlılara zulmeden Ruslar, köyün ileri gelenlerini, çalışkan insanlarını alıp götürürler. Latin harfleri yerine Rus harflerinin kullanılması için baskı yaparlar. Minareleri devirir, camileri yıkarlar. Kırımlı askerlerin Rusça konuşmalarını isterler. Sadık ile Süleyman askerdeyken komiser Şişkof tarafından orta kumandan mektebine yollanırlar ve 1940 yılında Rus ordusuna subay olarak girerler. Rus-Alman Harbi sırasında Süleyman topçu birliği teğmeni, Sadık da tankçı teğmeni olarak cephede görev alırlar. Süleyman, savaş sırasında ölür. Sadık, arkadaşının ölümüyle büyük bir üzüntü duyar. Kendisi de Almanlara esir düşer.
Esirler İnsanlık Dışı İşkencelerle Karşı Karşıya
Sadık, hayatının en kötü yıllarını bu sırada yaşar. Esirlik sırasında tüm esirler çok eziyet görür. Esirler arasında Ermeni, Türk, Rus ve Yahudiler vardır. Almanların büyük bir güç olduğunu gören Ruslar, hemen bu güce baş eğerler. Oysa Türkler hiçbir zaman inanç ve güçlerinden taviz vermezler. Esirler arasında bulunan Türkler arasında büyük bir bağlılık oluşur. Mustafa Onbaşının baba şefkatiyle beslediği Tatarlı beş esirle tanışan Sadık, onlarla bir aile gibi olur. Hepsi de Ruslardan nefret etmektedir. Mustafa Onbaşı çok güçlüdür ve kampta diğerlerinden fazla çalıştığı için işe alınır, akşam döndüğünde topladığı ekmekleri Tatarlı arkadaşlarına getirir. Bir gün onu çalıştıran Alman askerin tayininin çıktığını öğrenir ve dünyası yıkılır.
Artık vatandaşlarına ekmek getiremediği için tekrar açlık başlar. Onu çok seven Tatar arkadaşları, onun günden güne erimesine çok üzülürler. Hepsi uzun, yorucu, yıpratıcı ve aşağılayıcı esirlik günlerinde dayanamayarak ölür. Aralarında bir tek Sadık, Kırımlı birkaç yetkili kişi sayesinde kurtulur. Sadık da sonradan, tüm bunların bir amaç uğruna yapıldığını öğrenecektir. Almanlar, esirlere bir lokma ekmeği çok görmekte, onlara ekmek atarak, bir lokmacık ekmeğe saldırmalarını zevkle seyretmektedirler. On binlerce esir, daracık, pis, küçük barakalarda ayakta sabahlamaktadır. Hastalar bakımsızlıktan, açlıktan, mikroptan ölmekte, sürekli olarak da Almanlar tarafından kurşuna dizilmektedirler. Günlerce aç, susuz yürüyen esirlerden sağlam olanları ayrı barakalarda toplamakta onlara ağır işler yaptırmaktadırlar.
Esirlik, savaşın en acı yüzüdür. Almanlar da Ruslar da çok zalimdir. Sadık, ölen her vatandaşı için yas tutar, Allah’a vatandaşlarını koruması için sürekli dua eder. Ölenleri topluca çukurlara atarlar, gömmezler. Kampta Yahudilere karşı bir düşmanlık vardır. Onların sünnetli olduğunu Almanlara bildiren ve yakaladıkları Yahudileri şikâyet eden Yahudi ajanlar, Müslümanların da Yahudi sanılarak öldürülmelerine neden olurlar. Gerçek anlaşıldığında ise bütün Yahudiler toplanarak kurşuna dizilir. Sadık, esir kampında Kırımlı bir Ermeni doktorun yardımıyla hastanelerde görev almak suretiyle kurtulur bir süre. Daha sonra Kırımlı aşçı İskender vesilesiyle barakanın aşçısı olur. Aşçılar da en kıdemli esirlerdir. Çavuş Şust’un emir erliği teklifini çaresiz kabul eder. Şartları artık daha iyidir. Binbaşı Buh ve Çavuş Şust’un tayinleri çıkınca, Sadık’ın tekrar kampa geri dönmesini istemeyen Binbaşı Buh, onu Alman casusluk kampına göndermiştir.
Gönderildiği yerin bir casus mektebi olduğunu anlayan Sadık Turan, Ruslara karşı casusluğu hiçbir şartta kabul etmediği için, onu Türkistanlılardan oluşan askerlerin arasına gönderirler. Almanlarla müttefik olarak Ruslara karşı savaşacaklardır. Türkistanlılar vatanlarının bağımsızlığı için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır; ancak, Almanlar bunu da kendi çıkarları için istemektedirler. Rus üniformalarını ateşe atıp, Alman üniformaları giydiklerinde hatıralar sona ermiştir. Sadık bu son bölümden sonra otelinden çıkmış ve bir türlü unutmadığı geçmişinden dolayı karanlık gördüğü gelecek korkularından bir an olsun sıyrılabilmiştir. 1946 yılında yazdığı hatıralarında içinde bulunduğu zamandan da bahseden Sadık, esirlikten sonra hayattan tamamen kopmuştur, üniformalılara karşı büyük bir korku vardır içinde.
Savaşın tüm acı yönlerini ailesiyle birlikte yaşamıştır. Ailesiyle mutlu yaşadıkları evlerinden babasının milisler tarafından götürülmesiyle Akmescit’e taşınmışlar, çok sıkıntı çekmişlerdir. Babası geri dönünce bir süre iş bulamamış, kümesten bozma bir evde zor bir hayat sürmüşlerdir. Durumları biraz düzeldikten sonra kötü de olsa bir eve taşınabilmişler, babasının ısrarı üzerine Sadık okumak için işini bırakmıştır. Babası sürekli olarak oğluna Türk olmanın üstünlüğünden bahsederek, kahramanlık hikâyeleri okuyarak onun millî duygularını güçlendirirken, bir yandan da Siyer-i Nebi ile de dinî duygularını güçlendirmektedir. Sadık Tatarları en temiz ve masum millet olarak tanır. Rusların yok etmek istedikleri de Tatarların bu milliyetçilik duygusu ve milli özleridir.
Savaşın Korkunç Yüzü
Romanda, savaşın dağıttığı, erkeksiz bıraktığı yuvalar, anlamsız bir hırs için milletlerin birbirlerini yok ettikleri ceset dolu savaş alanları, mutlu manzaraların birden kana bulanmasıyla ortaya çıkan harap şehirler, insanların acı ve işkence dolu insanlık dışı bir hayata mahkûm edilmesi, insansız kalan, yakılan yıkılan memleketler vb. kötü olan her yönü ile savaşın gerçek acı yüzü vardır. Gerçek hayatı yansıtan bu roman, devletler savaşının bedelini, sadece masum insanların ödediğini de göstermektedir. Almanlar, savaş sırasında yenilenlere her türlü zulmü yapmaktan çekinmez, bundan zevk alırlar. Anlamsız, sırf eğlenmek için, egolarını tatmin etmek için ağır bedeller ödetirler esirlere.
Öte yandan onların casusluğuna ihtiyaç duyduklarında aynı Alman askeri, Rus askerlerine karşı çok kibar davranır. Bu ayrıntı da Almanların iç yüzünü tüm gerçekçiliğiyle ortaya sermektedir. Almanlar, düşmanlarını mağlup etmek için her türlü aşağılık yolu kullanmakta, savaş ahlâkına zerre kadar sahip olmadıklarını göstermektedirler. Herkesi korkutan Rus-Bolşevik hâkimiyetinin de içyüzüne yer verilmektedir. 150 bin askeriyle Almanların tarafına geçen General Maksimenko da Rus ordusunun gücünü yitirdiğinin göstergesidir. Sadık, mecbur kaldığı için Rus ordusuna girmiştir. Esir iken de Türk olduğunu gururla ve cesur bir şekilde savunmaktan geri durmamıştır. O, ancak vatanı için savaşacaktır bundan sonra. Bu nedenle Türkistanlıların davasını çabuk benimsemiştir. Kalbi milleti için atmaktadır. Sadık ve vatandaşlarının bağlılık öyküleri, Sovyet Rusya’nın, Kırım Türklerinin milliyetçilik duygularını köreltemediğinin en güzel kanıtıdır.